Sus-a-madım

Sus-a-madım
"yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var"

18 Temmuz 2010 Pazar

Birhan Keskin

Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları sevior, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.

Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.

Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.

Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.

Birhan Keskin


AŞK

Aniden. Birdenbire, beklenmedik olandan...
Beklemeyene: Dilegelen bir dünya.
Vahiy gibi, en çok ona benziyor.
Baharın karnını öptüğüm rüya.

O yüzden "ayak"landım, yukarı ağdım.
Sana vardığımda ağlamam bundan...

Adını andığımda sıcak akıyor bütün nehirler
Dünyayı dolduran sözü olduran o.
Ve ben ne desem şimdi, benden değiller.
Hâlâ soruyor musun bana, aşk ne demek:
O en "bir" ve "tam" olana yürümek.

Durup durup geçmesin içinden ağlamak
Dur, neden ağlıyorsun ca'nım,
yetmez mi ikimize bir sağanak...


size,
bu odanın alacakaranlığından,
okyanusundan, beni boğan dalgalarından,
tenimde kalan tuzundan ve
yastıklarda kuruyan gözyaşından
hiç bahsetmedim.

size,
nasılsın diyerek başlayan telefonlarınıza
(garip, tuhaf aslında)
beyaz bembeyaz tabiatımla
'iyiyim' diyorum.
yani aslında korkuyorum
bütün bunlar kıyamet
bütün bunlar cinnet
bütün bunlar cinayet demeye
bir daha düzeltilemeyecek sözler
söylemeye korkuyorum.

telefonla birlikte ışığı da kapatıp
bol şanslar deyişiniz, şanslar deyişiniz, deyişiniz
çınlarken içimde,
bunun beni ne kadar kırdığından
hiç bahsetmedim.
bahsetmediğim çok şey var daha
yaz çiçekleri, cam çiçekleri ölüyor
akşamın altını, gümüşe dönüyor
bunlar da önemli elbette
en az,
bana ihaneti öğrettiğiniz
bana kanatlarımı bıraktırdığınız kadar.

Birhan Keskin


Arka Bahçe

birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız
kim karar verebilir birbirine dokunan taş ve su
hakkında, kimin kimi ayakta tuttuğuna, ve günün
aslında kumdan, tuzdan ve ışıktan oluşmadığına?
boşlukları doldurduğumuzda belirecek hayatın
anlamı, taşı ve suyu doğru yorumladığımızda, bir
yarı öbür yarıyı anlayacak: olgunluk bize yaban
meyvesi gibidir; gevşek ağızlarımıza dokunan zehir!
kim sana verdiklerimi, senden aldıklarımı çözebilir?
birbirine dolanan hayaller yumağıdır hayatımız,
hayalleri dik tutmak gerekir.

...

ben yumuşak tuşlarına basacağım hayatın
sen çatıyı kur.
sırları soracağım ben,
sen hayatın anlamını ara.
yazın yönünü değiştireceğim ben
sen yolculuğa çık.
ben arka bahçeyi özleyeceğim
sen inat et...

Birhan Keskin


İZ

acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.

izini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin ttellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.

ne zamandı bilmiyorum. yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku. kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.

şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıarın olsun
içindeki telleri titreten.


Birhan Keskin


bir mevsim yok anne gibi

çocukluğumdan kesilen saçlarımı
geri istiyorum berberlerden
(anneme küstüğüm için oluyor bütün bunlar)
yüzümü ve dizlerimi bi koşu
kanatıp okulun bahçesinde
tekrar dönerim, hemen.
büyüklere mahsus şeyler de konuşuruz
seninle istersen.

yoruldum çok
kente ve sana durmaktan
öfkem ne sana ne de başkasına
üstelik geceden marilyn monroe
ve senin gözyaşın geçti
hadi barışalım.

hem hiç bir mevsim ısıtmaz ellerimi
anne gibi
istersen kahve içip fal da bakarız yine
bana üç vakte kadar bir yolculuk görünür
belki ay doğar fincanda hanemize.

alevi içine bakan bir mumum ben
derine kaçan bir anıyı isiyorum
berberlerden.

ırmak bitti
devrildi dağ
büyüdüm.

çocukluk anılarımdan
düşecek kadar
kırıldı avaz
yüzümden kovuldu
anneler korosu
söndü ateş.

kahvaltı masalarına geç kaldım
kirlenmiş bütün bardakalrın yalnızlığı bana,
ve ince kaldım belki
sabah zamanına.

hey aynalardan içeri kaçan çocukluğum
nöbetçi aspirinler, diş macunları
tekrar dönerim,

ırmak akar tekrar yatağından
dağ yerinden doğrulur
uzaklığım biter
gölgem yanıma düşer belki yeniden,

kim bilir
belki dedem bile olur
vicks kokulu yastıklar kalır bana ondan
ve ahdım var
onlardan kalma sehpaları kirletirim
bu sefer.


Birhan Keskin

buralara kadar gelinmişse
gece kendini uyur
kendine küser eşya
kendi cinayetine kurbandır metal

söz kendini söylemiş, yorulmuşsa
yağmur kendi içine yağar
asfalt bir çılgınlığa yürür kendini,
buraya kadar gelinmişse
uyku bile kendini uyur.

yok yerlere gelindi
boş yerlere gelindi
kemanlar kendi sesinden içlendi
ben senin sessizliğinden
eşya boşuna küstü kendine
gece boşuna delindi,

yaşamımın güç yanlarından biri olma
lütfen, şimdi bu kavgayı unutmak da
hatırlamak da çılgınlık olur
gel biz seninle kahraman olalım
ne hatırlayalım bunu
ne unutalım.


Birhan Keskin


eksik cinayetler

Kendine kucak arayan gövde
kendini yok eden gövde
yitirdin kendini işte
artık ne yurt sana
ne varolabiliyorsun başka evde

Bu mum medeniyetinde
bu metal öznede
bu cam sözde
ne yurt sana dil
ne şölen yeterince

2

Ben büyüdüm
akasyalar öldü
üzgünüm

dışınız çok kalabalıktı
beni içinizdeki zindana attınızdı
olur ya bir gün
suyu hatırlar şelale
şeytan utanmayı ögrenir ve
yüzleşir yüzünüz mevsimelerle

sırf bu yüzden büyüdümdü

akasyalar öldü...

3

Karanlık suyun dibini göze aldım
sonsuzluğu göze aldım o yatakta
sen gittin ben balkonlara kaldım
metalin damara dayandığı nokta
şimdi söylüyorum dilimdeki küfrü
büyülü sözü kalbimdeki:

tekrar karşılaşsak
ölür müsün?

4

kışı neden bu kadar çok sevdiğini
ve neden her şeyin bir sonla noktalandığını
sorma,
ben de bilmiyorum.

anı olacak bir şeyim yok
her şeyin dünündeyim...

5

içime işleyen acıyı size değil
bir suya bırakmayı ögrendim
dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
bu yüzden ne bir ağacım var
bana beden
ne de çiçek açacak benden...


Birhan Keskin

nar
çiçeklerin eksilen suyuna su,
yazın yanına hatırayı ekledik,
çekirge sesleri ve
öğle güneşi altında narın
olgunlaşmasını bekledik.

bekledik, başka başka odalarda
çektiğimiz ağrı dinsin,
bir çocukluk düşü gibi
ince bir sızıya dönsün diye
yaza sedeften bir anlam ekledik

biliyorsun,
bir başdönmesi gibi sürüyor hayat,
yazların yanına yazlar ekleniyor,
zaman uzun bir sıcağa dönüyor burada,
ağırlığına duygunun, taşınamazlığına
ve yazlar hatıraya...

sığındığımız konuşmalar kesecek mi ağrıyı?
ağacın güzelliğindeki mânâ sönmeyecek,
köklerinde sürecek mi aşk?
ah benim hayal kardeşim,
bizim bu aşktan alacağımız var,
dinsin ayrı odalarda çektiğimiz ağrı,
yaz geçip gitsin ve olgunlaşsın nar.

-insan olan yerlerim çok ağrıyor,
Olsun, yine de sen kapanma, şu sıra benim,
Yerine bırak ben incineyim

Birhan Keskin


delilirikler 1

betonun hüznünden doğdum
suyun isyanından
güneşin kırılganlığına dokunup
geliyorum.

sana söz yakışır, ağzını hazırla.

kırık bir şehir hikâyesinden doğdum,
kırk meseleden
bardaklar ve demli çaylara dokunup
geliyorum.

sana söz yakışır, elma de.

aslı ve astar'ı olmayan bir hikâyeden doğdum,
karşı'lar ve balkonlardan
korna seslerine karışıp
geliyorum.

sana söz yakışır, ağzını hazırla.

o eski hikâye bitti,
şaşkınlığımdan doğdum
denize düştüm
kuruyup geliyorum.

Birhan Keskin

KAPI
geç benden, ben dururum, ben beklerim, geç benden,
ama nereye geçersin benden ben bilemem.

dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da.

dediler ki, şu ağaçlar gibi bekledin, şu ağaçlar gibi hayal,
şu ağaçlar gibi kederli.

açıldım, kapandım, açıldım, kapandım, gördüm
gelenler kadar gidenleri de,
hani sabrın sonu, hani gamlı eşek, pervasız nar nerde,
hani bahçe?

biri gelse.. biri görse.. biri gelmişti.. açmıştı.. durmuştu..
duruyor hala bende.

kaç zamandır çınlıyor içimde bu boşluk, kim
kıydı, bahçenin şen duluydu, karşımda duran dut?
en çok onunla bakıştımdı, bir kere olsun dilegelsindi,
çok istedimdi.

bana kalsa susardım daha, ama dilimdeki paslı kilit çözülür belki,
sapaya kaçmış cümlem uğuldar, içimin kurtları kıpırdar diye
gıcırdandım takatsız.

gördüm hepsini, gördüm hepsini, sabrın sonunu..
biri gelse, biri görse, şimdi,
rüzgar sallıyor beni...

Birhan Keskin

Cinayet Kışı

I

Bir kereye mahsus yaşanan her an
kendi hatasını bir daha düzeltilemeyecek biçimde
içinde barındırır.

Bana kanatlarımı bıraktırdılar.
Bana ihaneti öğrettiler.

Başka haber yok.

II

ikiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
Bir yanım öbür yanıma düşman
Sağımda kızgın kumlar gezdirdim
Solum üşüyor eski bir anıdan.

III

Mum alıngan.Kendi ateşiyle
kendini yok eden yumuşakça.
Erimek üzere varsın, kaderine inanırsın.
Ölürken fark edilmez, ışığın solduğu zamansın.

Hiçbir aşk titremez sonsuza değin
Bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
ve insan acıdan ölür bir gün.

IV

Yüzümde taşıdığım kuyu
soğuk iklim
ağır yaprak tenimde
durup dönüp dokunduğum
yük.

Yağmurun aramıza çektiği perdeyi yırtıyorum
geçiyorum göğsümdeki uykunun sarmaşığından
birazdan dünya beni unutacak, ben onu anlamıyorum.

Soğuk iklim,
durup dokunduğum
dönüp seni
ben de unutacağım.

V

insan ölüyorsa acıdan ölür bir gün
kendine bir daha uğrayamadığından,
koyduğu yerde durmayışındandır hayatın
hatanın dönüşsüz oluşundandır.

Hiçbir aşk titremez sonsuza değin,
bütünlüğünü yitirişinden ölür bir mum
ve insan kanatlarından
ayrılır bir gün.

Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni ( Cinayet Kışı) s. 102


Bir masal
Birtaş ağırlığında olabilir mi?
Olurmuş meğer.
Birlikte bir masala inanmak istedim
Ben seninle, sadece bu.
Sen beni tek
Tek
Tek bıraktın.

Benim artık taş taşıyacak,
Taş kaldıracak, taş atacak
Halim mi var!

Birhan Keskin

penguen
bana sırtını dönme
biliyorum, sana benziyorum
ve içinde saklı tuttuğun yele.
penguen
benim de içimde saklı tuttuğum
buzlu kıyılar, çığlık hatıraları
ben de senin kadar kaçkınım ve yaralı.

kim bağışlayacak beni, penguen
çizdim senin beyaz ve narin yerini.

bir yanım bembeyaz ışık
kör ediyor, bir yanım zehir gece
parktaki salıncağa binmeyi
beceremedim bugün ben de.

penguen bana sırtını dönme.
unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim
var. Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu,
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.

penguen,
kim bağışlayacak beni
çizdim senin beyaz ve narin yerini
elimde unuttuğun ince metalle.

Birhan Keskin


SU

Konuşmam artık,ağır sözler söylemem
bir düş için sabahları göğsüme sedeften
bir çiçek işlerim

Hiç bilmedim,konuştuklarımdan ne anladın,
ormanın korkunçluğunu söyledim,
ovanın serinliğini sustum,
sen uzun bir uykuyu uyudun,ben düş gördüm

Durmadan bir yoldan söz ettim:
suyum ben,adımı unutmadım,
dolanıp,bir gün yanına düştüğüm
bir dağdan söz ettim;
dünyanın işine karışmadım,
beni avutmaz dünya,beni tutmaz da,
dolanıp içinde kirinin
yine temiz geldim.

Göğsümde sedeften bir çiçek taşarım:
bir büyü bu,hayata karşı yaptırdım
konuşmam artık,kalbini kırdımsa senin
bil ki yanına düştüm.

Birhan Keskin


KARINCA

Ruhumdaki sabır, kalbimdeki aşkla kurdum

kor dantellerden bu yolu, ormanın altına

yeter ki oku onu.

Senin gördüğün ağzımın kenarında duran dua,

ben ayaklarımın altındaki toprağa, döktüğüm

gözyaşına inandım. Öyle uzun ki dünya;

katlanmaya, kıvrılmaya, açılıp çarşaf olmaya.

Mümkündür yol yapmaya bir ömür, yol almaya.

Ah! yine de yolumdaki kederi kimse bilmesin,

büyüsün, genişlesin, dolansın ömrümü;

kapısı kapalı çoktandır, penceresi dargın.

Kim anlayacak bu kor işaretleri?

Kimsenin dilinden okunmasın içimde ufalan.

Ovada ve dağda saklı bir mavi için

düştümdü yola. Benim de yaban bir çığlığım vardı,

çok zaman oldu, teslim ettim onu rüzgara.

Kışa girdik kıştan çıktık

ama değişmiyor insan

karınca duası diyorlar ördüğüm yola


Birhan Keskin


BEYAZ DELİK

İçimin de dışımın da olmadığı, ya da içimi de dışımı da bilmediğim bir dünya zamanıydı; sanırım 8-9 yaşlarındaydım.
Acıyı, kederi, neşeyi henüz ayrıştırmamıştım.
Hayattı; yekpâreydi. Her şey, bir şeydi.

Sokağın sonuna doğru uzayıp giden bir tepenin ağzına oturmuştu.
Yüzünde yaz esmerliği, ağzını rüzgara karşı açmış; mırıldanıyor muydu yoksa rüzgarı mı yalamaya çalışıyordu? Anlamamıştım.
Beyaz bir yaz günüydü. İlk o gün görmüştüm onu.

Mevsimler birinden öbürüne devrilirken, elimizi arı sokarken, bisikletten düşüp dizlerimizi kanatırken canımıza bir şey olurdu; hissederdim. Ama acıya dahil değildi yine de bunlar.
Hayattı, yekpâreydi işte.
Zaman, hayatı parçalara ayırıp "parça parça" görmeye başladığımızda, acı, o yekpâreliği yitirdiğimizde oluşacaktı.
Şimdilik dünya geniş ve ılıktı. Biz kendi ılık dünyamızın içinde salınan, uçuşan perilerdik.

Gün ortasında yazlık sinemanın arka duvarından atlar, orada kurardım hışırtılı sessizliğimi. Sayamayacağım kadar çok sayıda, yeşilli mavili tahta sandalyelerin arasında, geceden kalmış ve öğlen güneşiyle gevremiş milyonlarca çekirdek kabuğunun ortasına yayılır, ılık güneşin ensemi yalamasına gözlerimi yumardım. Nereden geldiğimin, niye geldiğimin sorusunun olmadığı zamanlardı.
Biz periler o zamanlar en çok ılık, beyaz yaz günlerini severdik.
Kış mart demekti; ve mart hakkında hiç de iç açıcı olmayan bilgilerim vardı.
Mecaz bilmezdim. Annem mart dokuz donludur derdi.
Yazın ilk günleri benim "öylesine oluş"um gibiydi. Ilık ve uçucu, yekpâre ve sonsuz ve doya doya beyaz gün.

Periliğimin yeşil vadisindeydim, uçuşmaktaydım ama sanki vadi bitmekteydi.
Gözüm kendi içime ve dışıma bakmaya ayrılmaktaydı.
Sanki dünyaya "yayılma hali" çatlamaya başlayacaktı.

Bacak boyumun yetmediği bir bisikletle bisiklete binmeyi öğreniyordum.
Bir öğretenim yoktu, karar vermiş kalkışmıştım, o kadar...
Boyumdan büyük heyulayı sürüyerek dışarı çıkartır, bahçe duvarına yaslar, ayağımın altına yerleştirdiğim yüksekçe bir taş yardımıyla atlardım bisikletin tepesine. Pedallara bastığımda, duyduğum tek kuralı uygular, önüme değil ileriye bakardım. Sokağın sonundaki bayıra dek giderdim böylece. Ama sokağın sonunda, her seferinde düşerek inerdim durdurmayı bilemediğim o kocaman tekerlerin üstünden.
Kaş, kafa, diz filan yarardım. Kaşım, kafam, dizim filan acırdı, ve bunların hiçbiri acı değildi.

O günlerden biriydi. Öğlenin ıssızlığı vardı sokakta. Ve ben birazdan düşeceğim noktaya doğru hızla pedal çeviriyordum. Onu tepenin ağzında oturmuş gördüm. Eve, evlere, bahçelere ve hatta ağaçlara olan küsmüşlüğüyle, öylece oturmuş, anneannesi hariç her şeyden istifa etmeyi düşünen yüzüyle karşılaştım. O rüzgarı yalamaya çalışıyordu. Benimse durdurmayı da döndürmeyi de bilemediğim bisikletten düşerek inme vaktim gelmişti.
Toparlanmaya, bacaklarım ve avuç içlerimdeki tozlu acıyı silkelemeye çalışırken beni seyrettiğini ve bana güldüğünü gördüm. Bir de mahcup oluşu; insanın rengi değişiyor, ısısı artıyordu.

Bu ânı böylesine net hatıra etmiş olan zihnim, sonrasını hatırlamıyor. Nasıl oldu da tanışmıştık, ben mi onun yanına gitmiştim yoksa o mu benim yanıma gelmişti, bilmiyorum. Bildiğim bir yabancıya, ötekine yakınlık duymuştum. Esmer tenli, beyaz gülüşlü bir öteki "peri".
En az benim kadar sessizdi. Benden de sessizdi. Kendi sessizliğimi bir kenara koyup, onun bana dokunan sessizliğini kırmaya çalıştım.
Bir şey hoşuna gittiğine gülümserdi.
Gülümsediğinde dünyada bir beyaz delik açılırdı.
Ben o yaz o beyaz delikten içeri atladım.

Kış (tekrar) gelmişti. İçerilere, yaza benzeyen sıcak odalara, camlarından damlalar süzülen pencere arkalarına geri çağrılmıştık.
Kıştı; büyük sessizliğiydi dünyanın.
Neden, sebep, özlem, isyan tanımazdık. Ve tabii böylece alınganlık ve kırgınlık da. Ne ben onu aradım ne de o beni. Kış gelmişti işte, ve biz içeriye çağrılmıştık o kadar.
Yaz beni kendi vadimden çıkarmış, onun beyaz gülüşüyle tanıştırmış, onunla doyurmuştu.
Ne kıştan yakınacak ne yazı özleyecek sebebim vardı.
Yazlık sinemanın tahta sandalyeleri büyük alanın bir köşesinde üst üste istif edilmiş, üstleri geniş bir naylonla örtülmüştü.
Hayattı; hâlâ yekpâreydi.
Kış gelmişti işte ve biz içeriye çağrılmıştık.

BİRHAN KESKİN


Ankara 2


Halimi anlatacak sözler yazamam artık
Bu kavruk mektuba
Rüzgârdan yan yatmış otlar koydum
Gerisini sen anla.


Ankara,
Kekliğinim, boynumda bir siyah halka.


Birhan Keskin / Y'ol s.68


Derin Zaman


Ben senin sınırlı gövden ile
beni sonsuz sarmanı diledim.
Uykum seninle kışın kolları arasında
devrilerek dönerek tamamlansın,
içimde kuzeyin kuşları sussun istedim.
Kışı ve kışın kalbimde ağırlaşan meyvesini,
çiy düşmüş, soğumuş, donmuş bir dili
hatırlamak için
beni büyüleyen o kimyanın boşluğunda
durup yalvardım:
Beni bu siyah boşluğun içine bırakma,
derin bir zaman istedim senden, ama
bana onu verme! Ne kışa ne yaza uygun
kalbim, çatlat aramızdaki donmuş dili,
yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
içimde.


Ayağa kalk, yaklaş, dilini döndür ağzında,
de ki:
Ben onunla denizin dövdüğü dilsizzz
taşlar üstünde sustuydum.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet) s. 46


ESKİ BAHÇENİN HAFIZASI


Yakınında değilim öfkenin
ve uzağında da değilim rastlantının
kısa ânındayım
ve sonsuzluğun da ardında
ah! öfke için geç vakitteyim
çölden çıkmak gerek bunun için,
atları denize sürmek...
Oysa kimseden çıkartmadım öfkemi
saçlarımı uzatmak için kimseye
söz vermedim
kimseye yakın değilim inan
susmaktayım, uzağında değilim unutmanın
ah! öfke için geç vakitteyim
durup dururken bir yerde
karşıma çıkan rastlantıdayım
hafızasındayım eski bahçenin
sarhoş asmaların biriktirdiği
boğazımı yakan acı bir imgedeyim
güneşi anımsamada,
ve orada durmakta
ama orada kaybolmaktayım
ah!öfke için geç,
çok geç öfke için
durgun gölü bulandırmak gerek...


Gölde unuttuklarımızı rahatsız etmek!
oysa gölün hafızası var
ve o anımsar içinde unutulanı
ve çürüyüp kendine dahil olanı
ah! öfke için geç
çok geç artık sahrada unutulan gökyüzü için.


Ben seni çoğalttım
ben seni çoğalttım
sırlarım azaldı böylece.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Cinayet Kışı) s. 93


Kışın Bana Yaptıkları...


III


Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana


Yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
artık sonsuza dek yitirdiğimizi
büyünün bitişini,


hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
çok gereken yıllarda da fırtına
nasıl yaşanır onu anlatacağım.


Seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Bakarsın Üzgün Dönerim) s. 125


Taş Parçaları

XXVI


O kadar uzun yol geldik ki seninle
Şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
Nasıl yürüyeceğiz?


( Biz seninle yoldayken
yanımızdan ovalar,ağaçlar, titreşen
rüzgârlar akmıştı.Bir yolumuz olduğunu,
yol kazalarını, yol yorgunluğunu
o zamanlar biliyor muyduk? )


Birhan Keskin /Y'ol s. 44



Kesif Su


Puslu ve sarı bir çin sabahı gibiyim bazen
Sağım solum kış,şehir,
Üstüne ay mavisi düşmüş bazen uzak nehir...
Dünya bana göre bazen, bazı zehir...


Birhan Keskin / Ba s. 22


GÜNEŞ... YILDIZ


Yol uzun, güzergah zorlu; ne demeliyim?
Zarif kardeşim benim,
Seni aldım yanıma, ikizimi almış yürüyor gibiyim.


,
Sana yıldız sana güneş mi demeliyim,
Günümde hayret gecemde hayret istedim
Yer yer senin gibiyim ben yer yer kendim.


,
İnsan olan yerlerim çok ağrıyor,
Olsun, yine de sen kapanma, bu sıra benim,
Yerine bırak ben incineyim.


Birhan Keskin / Ba s. 44


POPLİN YILLAR


Bir teneke parçasını eğip büküyorum gün boyu.


Kuru nehir, kadim ağrı
seyiriyor arada
telli turnalar, arada
neşeli yağmur, ama
tel tel çözülüyor içimdeki pamuk
koyu rota ve salkımsaçak.


Ben bu geçitte,
susan bu cümlelerde ne arıyorum?
Ahşabın eti boşalıyor içinden, duyuyorum.


Bir teneke parçası eğip büküyorum gün boyu.
Poplinlere sar beni, pazenlere!
Kuru ova... kör pusula...


Birhan Keskin / Ba s.15


Mektup


Sevgilim, sen bunu aldığında
-ki mektup denemez buna-
umarım bağışlarsın beni:
yazamadığım mektuplarda biriktirdim kederimi.


Sevgilim İstanbul'da yaz bitiyor,
bu güz gecelerinde ben, sardunyaların arasında
senin getirdiğin mumları yakıyorum.
Bir fotoğrafa bakıp "deniz" diyorum:
Ne kadar dingin, nasıl sonsuz, olduğu yerde.
Sevgilim beni bağışla,
sana mektup yazamıyorum.
Yüzümün bir yarısı acı çekiyor, mavi
bir fotoğrafta, kızıl bir ufuk
biriktiriyor kış için öteki yarısı
coşkuyla ilgili değil elbet hayatım.


Sevgilim seni bilmemenin kederli gölgesi altındayım.

Deniz "öylece" duruyor, orada, yazda.
Hayat öylesine caydırıcı ki, korkuyorum
Sevgilim...bu dünyayı ben uydurdum
desem, sonrasını diyemiyorum.


Sevgilim, günün belli saatlerinde seni unutmayı deniyorum.


Sen bunu aldığında
-ki mektup denemez buna-
umarım bağışlarsın kederimi, haylazlığımı,
umutsuzluğumu, dalgınlığımı; yani
benden geçtiğinde anlamı sarsılan ne varsa...
Umarım her şey olacağına varıyor der,
ve kabullenirsin
kum nasıl çizmişse incecik bir camı.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet) s. 70


Fotoğraf


Ben çok eski bir fotoğrafta duruyorum.
Yüzüm o fotoğrafta bile eski bir fotoğrafa benziyor.
Karmaşık bir mitoloji, sarmaşık bir tempo
tam o anda durmuş fotoğrafa;
hâlâ duruyor.


Bir büyük yangında donakalan bir an:
Köprüsü yok bir köprü ayağı,
kederle yerinde duran.
Suyu çekilmiş bir çukur çeşme
bir vakit sebil, ve
bir devrinde gülmüş sonra yıkık eski bir şehir.


Beş kadın bir de yeşile yakın bir sepya:
Biri yanındakine ömrünü veriyor,
Üçüncüde boynunu sola çeken bir keder
Öylece duruyor.Dördüncü ha var ha yok bir hayal.
Beşinciye çok eski bir yağmur vuruyor.


Siyah beyaz bir günmüş,
fotoğrafın derininde bir gümüş nehir,
donan andan dışarı, bir tek o, yürüyor.


Birhan Keskin / Ba s .42


APOLLON II


Yolculuklarda bir anı
giz kaldım caddelerinizde
kırık.. insan.. sonra
cam şaşkınlığı.
Bilme, tanıma beni
merdivenleri üçer beşer çıkmanın
sevinci yok içimde,
göğsümü sıyırıp duran şu kurumuş asma dalı
uzak bağ günlerinden kaldı.
Tekerrür,
yağmurun beton dansı
biriktiğim kapı aralıklarından
gördüm ışık ve camın ağlayışını.
Bilme, tanıma beni
gördüm, eski miydi çok zaman mı oldu
deniz taşlarının susuz rengini.
Şimdi yüzümde büzüşen çığlık
ağzımda acının gramersiz adı.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Delilirikler) s.164



KAKTÜS AND TEKSAS


2


Odadaki ışığı,
tenimdeki tuzu kırdım
yastıklarda kuruyan gözyaşını,
ufku
terk ettim.
Söz kirlendi,
kendi uzayımda kendime
garsonluk etmekteyim.


3


Sizinle yaşadığım her şey kıyamet,
Sizinle yaşadığım her şey cinnet,
Sizinle yaşadığım her şey cinayetti.
Ruh kirlendi,
kalbimin kenarında atını durduranlar için
akrep beslemekteyim.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni s. 109



DİĞER YARI / UÇURUM


Ey anı
kendini güneşe çıkar, canın sıkılsın orda
kendini unut orda, sarar
kendinden kaçtıkça kendine rastla
ey geçmiş ve sarı kumar.


Uçurumu anladım
inadım bitti artık
uçurumu anlayan haklıdır
uçurumu anlayan susar.


Sarı kumar ve kehanet


boynundan başlayan o ipek
uçurumdan atladım, uçurum demek
ikiye bölünmüş bir bütün
oysa ben senin için
değiştirilecek bir şeydim
bu yüzden yüzüme tuttuğun rüzgâr
parçalarıma verdiğin asit
seni de yaralayacak
beni olduğu kadar.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Cinayet Kışı) s. 87



Taş


İlk benim yüzüme rastladınız, en eskisiyim buranın.
Karnıyım dünyanın. Yeryüzünün ağrısı bendedir.
Kum ve kayaç benim.


Issızlık bilgisiyim ben, sessizlik bilgisi.
Durmanın ve kalmanın büyük planıyım.


Her şeyi gördüm, her şeyi. Suyun gidişini, ağacın çiçeklenişini.
Tekrar tekrar gördüm ben daha da görürüm. Büyük zaman, benim.


Denizler dalgalar dövdü beni, sert rüzgarlar yurt bildi zirvelerimi.
Kırıldım, söküldüm, ufalandım ; döndüm bitiştim tekrar kendime
açsan, kırsan, baksan; bütün yeryüzü, her zerremde.


Taş taşıdım, içim kendimden yorgun benim, dilim çok uzun bir yankı.
En eskisiyim ben buranın.


Birhan Keskin / Ba s. 35


Eziyet


Ağaç duruyor.
Yol da, ot da.


Duran bir şey var bende,
ağaç gibi.
Onu ayaklandırıp, oradan oraya
gitmem zor.


Bende bir ağaç duruyor, bir ot
Eserse arada rüzgâr
Ağacın saçlarını o tarıyor.


Aşk ayaklandırmıştı bir kere
hatırlıyorum ama...
Şimdi rüzgâr şimdi güz
Ağacın dallarını zorluyor.


Birhan Keskin / Ba s. 16


İnsan


Taşa kazınmış bilgiden
Gecikmiş sesten geçtim
Gittiydim,baktım,döndüm.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni(Yeryüzü Halleri) s. 33



Çöl


Kor bir yankıdan başka nedir ki taş?
Dünyada bir heves değil mi insan?


Yokluk ateşiyle tutunduk varlığa
çatladık,kırıldık
ağrıdık.
Sarıydı kum çünkü
gökyüzü sarı hatıra.


Yeryüzünün acı bilgisine uyandık,
şaşkınlığa.
Derin uçurumlardan doğrulup doruğa,
yollarda kabuklar soyunduk.


Dilsizmiş dağ,ses etmemiş bize
merhamet ettik bakıp halimize
-Ah boynumuz ağırdı bize
boyumuzdan büyük yükler edindik.


Çöl!
yetmez mi bunca ağrıdığımız
sarı zehir işte dört yanımız
Çöl! kaldır kumunu duy halimiz:


-Kaybolduk sende, nerde yolumuz?


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Yeryüzü Halleri) s. 26


Kapı Eşiği


Denizin kederini anlatacak dili yok,
dedim ve devrildim,
böyle sürdü uzun yıllarım
düştüm,sustum,içimden geçirdim,
evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun
ve komşusu ağlayan bir ağacın.
Yeryüzü, ah yeryüzü diyerek
gürültüsüne de alıştım
kapladığım yerin.


Bana verdiğin bu yarı-saydam gövdeden
sisin altında uğuldayan ve ipuçlarını bir türlü
çözemediğim üç-eksik-uzun vakti geçirdim.
Sadece bir baş dönmesi kaldı şimdi
ömrümden, o acı suyu biriktirdiğim


Ağaç anlatabilir kendini yağmura,
hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum.
Kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av,
uçsa bir ömür boynunda vebal.
Ve kimim ben, düşe kalka dolaşan
yorgun ruh, dolaşık gönül, som gurur?
Ve kim, beni omzumdan öpüp o siyah
yolculuğa çağırır?


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet) s. 45


Kışın Bana Yaptıkları...


IV


Kalbim
ölü mevsimler gibisin
bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi
ama bitti mevsim,
bir başka yolcu yok sana
fark etmez gibisin.


Kalbim
demir masanın küfü,örtünün yırtığı
camın kırığı, patlayan freni hayatımın
kalbim, anla, bitti mevsim
bir başka yolcu yok sana.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni ( Bakarsın Üzgün Dönerim) s. 126


Taş Parçaları
XXXIII

Ne sanıyorsun ?
Ne sanıyorsun ?
Benim olan artık
Senin de kaderin:

Dağbaşı,
Oradaki yaralı ıssızlık.

Birhan Keskin / Y'ol s. 37



Konuşmam artık,ağır sözler söylemem
bir düş için sabahları göğsüme sedeften
bir çiçek işlerim

Hiç bilmedim,konuştuklarımdan ne anladın,
ormanın korkunçluğunu söyledim,
ovanın serinliğini sustum,
sen uzun bir uykuyu uyudun,ben düş gördüm

Durmadan bir yoldan söz ettim:
suyum ben,adımı unutmadım,
dolanıp,bir gün yanına düştüğüm
bir dağdan söz ettim;
dünyanın işine karışmadım,
beni avutmaz dünya,beni tutmaz da,
dolanıp içinde kirinin
yine temiz geldim.

Göğsümde sedeften bir çiçek taşarım:
bir büyü bu,hayata karşı yaptırdım
konuşmam artık,kalbini kırdımsa senin
bil ki yanına düştüm.


Birhan Keskin[/b] / Kim Bağışlayacak Beni ((20 Lak Tablet) s. 67



Düet / A


Kendi duvarımın arkasındaydı,
gördüm,sakindi ova.


Köyler şehirler nehirler içinden geçtim
yaban toprağa değdim
başka sular içtim.


Yolları yarları yılları geçtim
bir anafordu içim, eksiğimle
ters döndüm taştım düştüm.
Yollar tamamlar mı beni?


Uzakta solgun yüzlüm, hasreti sakinim
dağ gibi sever beni, dağ gibi suskunum
bu yüzden ben en çok dağlara baktım,


tamamlanmadım
tamamlanmadım.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni ((20 Lak Tablet) s. 68



Mağara Çiçeği


İçağrısıyım bir magmanın
kopmuş fırtınanın sesi
derini yok ses gelmiyor bir kuyu.
Çiçeğiyim yaprağını yüzüne
kapatan ağlamanın.


Havluları topladım,
şemsiyeyi kapattım
hadi kalk gidelim
serinledi hava,güneş söndü
iyice karanlığa döndü yüzüm,


bir mağara çiçeği yürüyor içimde
içli bir bulut geçiyor üstümüzden
kalk gidelim.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Cinayet Kışı) s. 111



Gölgede, Serin.


Bütün manzarayı dolanır da güneş, vurur.
(Tek tek ağaçlarına ovanın,
Bir fırfırlı eteğine suyun, bir uzağına nehrin,)
Bir derdim var vurmaz dibine
çok mu saklı derdim, çok mu derin
çağırmadı dilim, dönmedi bunca zaman,
bekliyor dilsiz taşın üstünde,
üşümüş uzun uzun, hepsinden serin.


Birhan Keskin / Y'ol s. 64



Taş Parçaları


XXXXI


Bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
Diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
Görmeli, eline almalı, sıvazlamıydın, öğretemeden
Yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
Buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
Onaramazdım kırdığım yerleri
Onaramazdın kırdığın yerleri


Son bir nefesle sana sarıldımdı.
En acısı buydu.
En acısı buydu.


Birhan Keskin / Y'ol s. 52


Estradıol 5.8


Eksildim ben, azaldı içimdeki su
Yeşermiyor cümlem.
Oysa
Ben senin bir kimsenim, sensin esin.
Buna inandım uyudum,
Uyandım bununla durdum.


Narın içinde canım niye kanıyor?


Saf Sabır


Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan
saflığımı ve sabrımı aldım tek
kalanları kumsala göm sen de
yaz boyunca
nasılsa her keder eksilir
kendini doldurarak


sardunyalarla konuşarak çoğalttım
aramızdaki ayrılığı
sayarak çoğalttığım günleri tamamladım
kirpiklerimin arasına çektiğim tülde
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor


sardunyalara su vermekle unutamadığımız
şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Cinayet Kışı) s. 89


ÖLGÜN DOĞA


Bir anıyı bir şehre bağlayan
Hat üzerinde
Kendine kıvrılmış, kendine kurumuş
Yapraklar iyileşmez.
Ömür boş yere çıkılan bir yolculuğu anlatır
Yanlış bir yere uğramaktır sonbahar
Hışırdayan rüzgârdır
Yaprak hışırdamaz


Uzun bir yol gibidir gözleri insanın
Gelip geçen bir şey iyileşmez
Bu gece bu hat üzerinde
İyileşen zamandır,
İnsan iyileşmez.


Hadi ömrüm, geriye doğru tara kendini
İlerde bir şey yok, gördün
Yüzünü rüzgâra dön yeniden
İyileşen sen değilsin, zaman.


Zayıf belleğim, sakar algılarla
Bir ömrü hatırlamak zordur kuşkusuz
Ömrüm, hey ömrüm
Seni hatırlamak için yolumu uzattım
Daha fazla zaman verdim kendime
Bu gece, bu orta yaş ovasında
Bu hat üzerinde
Bana bir tek söz söyle.


Birhan Keskin
__________________


Ova


İki yanım dağ,üşüdüm heybetinden
Bir adım daha güneşe,bir adım daha
bir adım derken...genişledim
uzağım artık kendimden.


Kurumuş bir bataklık göğsümde,
ayaklarımdan uzak duruyor su.
Ve sessizliğin yankısıyla kuruyorum
kendimi yeniden


Mutlak ıssızlıkla buluştum,
mutlak kopmuştum hatıradan.
Bir şey değilim ben,
geç benden.


Ağaç tutunacaksa bende,köklerine güvensin
yol gidecekse,varsın gideceği yere.
Sabahın sisi ayaklarımı yalıyor
gece de geçecek benden.


Sustum.Yeryüzü olacağı gibi olsun.


Açtım kendimi,dümdüz,ovayım ben.
Rüzgar vurdukça bana çınlasın çimen.


Birhan Keskin/ Kim Bağışlayacak Beni(Yeryüzü Halleri) s. 22


YOLCU


"Şimdi" ve "Burada"olmanın kederine karşı çıkmadım.


Dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
buraya böyle gelmiş olmanın,
geçene yol açmanın, ki içinden rüzgar geçirmenin
ne büyük güç istediğini anladım.Durmanın en büyük sabır...


İçimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.


Ve şimdi biliyorum,neden,
yaş akıyor
atımın sol gözünden


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni(Yeryüzü Halleri) s. 34


ZAMAN


Şimdi,bir de burdan baktım sana
senden kaçırdığım
kedere boğudum anlara.
...
Beni içine al artık
seni mutsuz kılan duyguyu
kırmak istiyorum.
...
Bir yerden aşağı,
çok aşağı düştüm
zaman:
solgun ve gri bir koridordu
orada çok üşüdüm.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Cinayet Kışı) s. 91


FERAH AYİNİ


Dünyanın bir yerinde, burada,
bir göl öylece duruyor.
Mavi eflatun bir sabah
Dünyanın bir yerinde
Kendini yavaş yavaş kuruyor.
Bir kadın, benden biraz küçük,
Ilık ılık, bana dünyayı,
Sabahın hayretini anlatıyor:
(Bir su şiirinde ben, gürül gürül akan
aşağı illermişim eskiden)
Bir kadın, benden biraz küçük,
Sıçrayan su olsun mesela adı,
Üstümdeki sessiz örtüye yağıyor.
Burada, dünyanın bir yerinde,
Bir göl, öylece duruyor,
Arkada dağlar var, onlar
daha da dağ daha da dağ diye
benim eflatunuma vuruyor.


Bir şaman, burada, bir şaman davuluna
Sabah olana dek kayının kederiyle vuruyor.


Birhan Keskin


Tünel


Yürüdüğüm yollar yormadı beni,
kendimi öldürmek için
kurduğum planlar işe yaramadı,
hiç eksilmedim, çoğalmadım hiç
unuttum çıplağında öldüğüm geceyi.


Bir içağrısı gibi buldım kendimi
ne kaçtım cinayetinden ne öldüm
ortada bir kan vardı, üşüyordu, ıssız..


Bir tünelin uğultusunu taşıyarak içimde
acının içinden geçtim,
yol boyunca zamanın parçalarında
bir ürperti saydılar beni
oysa bir iki sessizlik dışında, yekpare,
soğudum, üşüdüm


kendi çukurunda buz tutan suyu,
yolun kederini anladım...


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet) s. 62


Taş Parçaları


III
Madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
Al bu taşlar senin olsun… O halde ve bundan böyle
Bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
Kan kusacağız.
Kan kusacağız.
Madem dünya bunca zalim
Madem yakışmıyor kalbimize.


Bütün davullar gümlesin
Boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
Boşluğa böğüreni
Vursunnnn.


Bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
Dünya görsün.



Birhan Keskin / Y'ol, s. 13



Taş Parçaları XII


Şimdi bir masaldan bir peri
Sessizce dinlesin beni,
Alsın yorgun başımı


Alsın cümlemi
Usulca kalbine koysun.


Benim cümle taşıyacak halim
yoooooğğğğğğğ.


Birhan Keskin /Y'ol, s. 27



Taş Parçaları XXVIII


Ömrümü adadımdı.
Elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
Adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
O yüzden büyük yaram
O yüzden büyük öfkem
O yüzden dinmiyor
İçimde hepsi,hıncahınç.


Hıncahııııııııııııııııınnnnnnç.


Birhan Keskin / Y'ol s. 43


Deniz


Uzun uzun bir yağmuru okudum,
Uzun ıslığını taşıdım rüzgârın,
Uzak bir kıyıya mektup yolladım.
Döndüm, derinde dövdüm kendimi.
Duydum, kırıldı içimde tuz sesi
Bir derine ağladım.


(Keder saldı içime bir denizden bir midye,
Taşı gördüm ağırlık indi dilime)


Engin de kendinden uzağı özlermiş
Ufuk bir şey değilmiş bana, gördüm.
Hayal kıvamıymış aşk,
Gülün kokusunu bademin neşesini
istedim.


Ah bilemedim de nasıl geniştim,
Koşup kapaklanayım bir kucak istedim.


(Yeryüzü Halleri'nden)
Birhan Keskin


Yaprak


Yorgundum..
köklerimdeki uğultuyla ölümü beklemekten...
yaz bitmişti..
bir deprem sesi geliyordu..
yaprağını savuran ağacın köklerinden.


Ben doğurdum seni..
içimdeki kaynaktan, acı sudan..
ben doğurdum seni, bir hayal için..
ödünç bir bahardan.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet) s. 58
__________________


AĞRI


O günden sonra kuracak güzel bir cümlem olmadı hiç
dünya için. Rüyalarım tüller ve silahlardan bu yana sisli.
Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yolda eski bir taş,
Limanda bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.


Uzağımda açık denizdi o yürüdü gitti.
Ben kıyıda ıssız bir ev, ince boğazda gıcırdayan tahta iskele,
iskelede bir lastik, az ilerde turuncu bir şamandıra,
İçimde kuzeyden bir hatıra aksiyle durgun suya vurdum.


Bir siyah beyaz kare içinde, hepsi hepsi bir hatıra işte
Bıraktın, unuttum, unutuldum.


Seni kırdığım yerde beni de kırdılar,
Ben hiçbir cümleyle bağlayamam artık seni.


Birhan Keskin / Ba s. 38


Birhan Keskin

İçinden geçen çocukluğunu, gençliğini gördüm senin.
Yüzünde yol açan can kuşunu, aşka dair cümleni.
Ben gördüğümde bütün zamanlardaydın sen.

Anladım bir kadına düşerse ışık nehirlere fısıldayandan,
gecenin koynundan gül toplar, başka şey gelmez elinden.

Sadece bunlar değil, sadece bunlar değil..
Yokluğunda çınlayan boşluklardan mezunum.

Çok şey hissediyorum senin için
Ama bunlar değil senin istediğin...

AY-RI I


Kirli ve kopuk sesler var aramızda
suç bu.


...gecenin ortasından bir garson geçiyor,
bir bardak bölüyor karanlığı...


Bak,bir kağıtta notlar var,sana yazılan
"ben şimdi uzaklarda bir fırtınayım
gece geçen tren seslerine karışan."


Uzak ve kirli sesler var aramızda
suç bu.


baharı ve kışı özlüyorum aynı anda
sonra yaşlanıyorum giderek
sandalyeleri çağrıştırıyor bu müzik bana...


Bak,şiirin ortasından bir garson geçiyor,
lavanta kokuları
ve ilk günler geçiyor ayrılığın ortasından
bardaklar ve çaylar geçiyor hatta.


Kirli ve üzgün sesler var aramızda
salon ışıklı,bazen gölgeli...garson fraklı,
piyanist yelkenli,
sen eskiden...
sen eskiden...
kırılganlığım geçiyor odalardan
suç bunun adı.


Bak,bütün tınılar isyan
bütün kemanlar gece
duysana kopuk ve uzak bir şeyler var aramızda
ya beni bırak,
ya sarıl bana.


Birhan Keskin/ Kim Bağışlayacak Beni(Delilirikler)s. 160


DAĞ


Sabahın karşısında konuşmak ne zor!
İncecik kül gibi kalıyorsun,
Dağ susmaya giden yolu biliyor
sen bilmiyorsun


Taş yarılıyor bir çiçek için,yol veriyor.
Kısacık konuşuyor çiçek: "Dünya" diyor,
"gördüm,benimle tamamlanıyor."


Yeryüzü karşısında konuşmak ne zor!


Yamaçtan aşağı bak,uçurum gör!
-görsene kekeme!
İçindeki zayıf kan,dayanıksız dil,
olmamış hal
gümüş bir zirvede eriyor.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (Yeryüzü Halleri) s. 21

GİZ


Ey yâr; boynumun borcu
strateji ve taktikler burcu
anlat tabii
tek kişi çok kişidir
çöz gövdemin beyaz kimyasını
aklımın hizasını
kanat içimdeki uzayı,akşamın bahçelerini
söze söyle, yazıya dök beni


bir kucakla
bir imkansızlıkla
nasıl bilirsen onunla ilişkilendir
bir anlatana bir anlatılan gerekir.


Birhan Keskin/ Kim Bağışlayacak Beni (Cinayet Kışı)


GİDİŞ


Senin gözlerin benim gerçeğim
(sendeki telaşa onlarla inandım)
bakmıyor bana,benden uzakta


Aramızdaki mesafede gerilen
bir teli inletiyorum seninle
sesi ben duyuyorum tek,
birşey duyduğu yok kimsenin
benden başka.


Bir hülyanın hatırasında
kasıp kavuruyorum kendimi
diyorlar ki, hayat yalandır,
aşk da.
Nasıl inanırım,o;
olmak istemiş de olmamış
bir yarım nefes gibi şuramda.


Sana dokunamayacak kadar
ürkek kalmış olduğum bu mesafeden
dön/erken sen
önce ayaklarının gerçekliğine inandır beni,


inanmak istesem de
senin gidişin yalandır bende.


Birhan Keskin/ Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet) s. 65



HUZUR


Göğsümde karıncalanan eski düş
şimdinin korkusu muymuş?
Bir makas gibi duruyor içimde
açık unutulmuş.


Kıyıda bekleyen tekne,uzak ufuk,
pasında koyulmuş demir,
bir öğlen gölgesinde
hayatıma ayna tutan hatıra
sırlarından dökülmüş.


Bir kapıdan geçirilmiş,eski,
çok eski bir taş gibi,huzuru ömrümün
yerinden edilmiş.


Birhan Keskin / Kim Bağışlayacak Beni (20 Lak Tablet)



Hüzünlü Gezinti Güvertesi II


Yüzüm
hangi dağa baksam
içinde öfkelerinden habersiz
korkunç atlar gezdiren
bu sessiz,yıldızsız.
Yüzüm
hangi yola çıksam
bu yetim avlusu,bu ateş
bu ağlamaklı şey.


Birhan Keskin /Kim Bağışlayacak Beni(Delilirikler)s. 166


Benim yaşım
O'ndan uzaklığımla ölçülür
B'enim sabitim O'dur

Ben geldim
Senden geldim
Sana geldim
Sen O'ysan eğer

Ben geldim
Senden geldim
Sana geldim
Bir avuç karbon
Bir avuç merhamet

Ben geldim
Geçmiş şaraptan kızıl
Ve körkütük bir Şiraz'dan elbet


ÖTEKİ
Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
onlar aşağıda siyah kalacak!
Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak!
Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar terleyip sıçrayacak!
Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!

Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
Onlar bir h...atırada donmuş duranlar.
Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.

Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.

Ah siz, nasıl da "Siz"siniz buram buram, onlar avam.
Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!

Siz "It was very amazing" derken "and fun"
Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.

Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.


darmadağınım.




suyun üstünü kaplayan şeyler

kolaymış, çok kolaymış dedin.
oysa suda, suyun en başında
üstünden atladığın, geçtiğin
beyaz büyük bir hayvan yatıyordu.
şimdi bunu söylemeye değecek bir şey
yok. oysa,
suyun üstünü kaplayan şeyler vardı.
suyun üstünü kaplayan şeyleri aralayıp
sudan alman gereken şeyi aldın.
kolaymış. çok kolaymış dedin.
[güller açtıkça kesilmeli diyor annem
oysa,
tabiatın kanunlarına hiç alışamadım ben.
ve rüyamda çok gerekmedikçe bir şey görmem.]
bir sebebi vardır, mutlaka vardır,
hayyyıır diye uyanmamın bir rüyadan
bu ne ki, elin olsun ıslanmıyor senin, bunca zaman
neyi bekliyor, sudaki o büyük beyaz hayvan.
kolaymış, çok kolaymış dedin.



ecza ne?
bu taşlarla bu kuşlarla bekledim, bu sırlarla bu yılları
bir mucizeyi gösterecektin bana, atladığım satırları
kaşlarımın yokuşunda gün akşam oldu hani
ne bir mucize gördüm ne işe yarıyor kaldırım taşları.


"seni kırdığım yerden beni de kırdılar.
ben hiçbir cümleye ağlayamam artık seni."




Senin gözlerin benim gerçeğim
(sendeki telaşa onlarla inandım)
bakmıyor bana,benden uzakta


Aramızdaki mesafede gerilen
bir teli inletiyorum seninle
sesi ben duyuyorum tek,
birşey duyduğu yok kimsenin
benden başka.


Bir hülyanın hatırasında
kasıp kavuruyorum kendimi
diyorlar ki, hayat yalandır,
aşk da.
Nasıl inanırım,o;
olmak istemiş de olmamış
bir yarım nefes gibi şuramda.

Sana dokunamayacak kadar
ürkek kalmış olduğum bu mesafeden
dön/erken sen
önce ayaklarının gerçekliğine inandır beni,

inanmak istesem de
senin gidişin yalandır bende.


Birhan Keskin



AKLIMA TAKILAN

seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınamadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım ?

BİRHAN KESKİN



MORSALKIM

gel çekirdeğe gidelim,
kışı duydu gözlerim.

çıkmadım çünkü hiç. uzanmadım. sarmadım.
toprağın gevsek karnında,
vaktin sarmalında döndüm,
döndüm. döndümmm ve
zamanın aynasında yapraklarımı gördüm.
çıkmasam bile duvarın dibi gölge,
ve baygındı kokum g...ölgede.

gel çekirdeğe gidelim
armut uyudu bahçede.

vakit geniştir, vakit geniştir
söyledim kaç kere!
sarmak için bahçeyi bir köşeden bir köşeye
morsalkımlarla, yarısı öğle güneşinde
yarısı gölge.

morsalkımım: kokuna yandığım
morsalkımım, hey!
hey, yankım!
gel çekirdeğe gidelim.

Birhan Keskin



zümrüdüanka

serin bir rüyanın hatırınadır çektiğim dünya ağrısı.

bir hayalden geldim ben,
bir hayal verdim sana,
mavi-yeşil bir hatıra:işte dünya
ruhum! ovada sert es, yamaçta sus, ırmakta ağla.

işte dünya kapısı, işte dünya kederi
ister dağının gölgesinde dur, ister
incirin neşesine vur
ağrı kendini ve tamamla.

-kim bağışlayacak beni-

2 yorum:

  1. Hepsi çok güzel. Birhan Keskin şiirlerini en sevdiklerimden bir yazar. Paylaşımın ve emeğin için teşekkürler.

    YanıtlaSil